Kapitalizme isyanım ve Müslümanlara ikazım..

Dünya’nın gelişmiş ülkeleri aralıksız teknolojik gelişimle “yeni nesil” silahlar, bombalar ve savaş enstrümanları üretmektedir. Doğal olarak da bu “yeni nesil” silah teknolojilerinin de test edilmesi gerekmektedir. Ta ki; insan üzerindeki tesiri ve tahrip gücünü kapsayan sonuçları gözlemlenebilsin.
Maalesef ki bu kana susamış ve ekonomik menfaatlerini maksimize etmek isteyen kapitalist ve emperyalist ulus aşırı “Savaş tanrısı” ülke ve firmaların bu savaş tekniklerini test ettikleri laboratuvar Müslümanlar ve İslam ülkeleri olmaktadır. Yani İslam ülkeleri ve Müslümanlar onlar için bir nevi doğal test yerleri ve figüranları olmaktadır. Kısaca yeni icat, “yeni nesil” savaş malzemelerinin canlı figüranları Müslümanlar ve Müslüman topraklar olmaktadır.
Ortadoğu coğrafyası ve Müslümanlar kan ağlıyor… Bu coğrafyada insanların üzerine sürekli bombalar yağıyor, canlar gidiyor ve katliamvari ölümler yaşanıyor. Sadece bununla da kalınmıyor; mülteci olmak zorunda kalanlar acımasız ve vahşi kapitalizmin ürettikleri ilaç sanayinde birer denek olarak kullanılarak öldürülüyor. Zengin ülke insanları için bir organ nakli aparatı, bir ilaç deneği veya önlerine para atılarak oynanan bir soytarı gibi kullanılıyor. Ekonomiyi elinde tutanlar için, ne acıdır ki; bahçelerindeki köpekten daha değersizler. Peki tüm bu pratiğin, eylemlerin yapılmasındaki ve özellikle de bu işlerin Müslümanlar üzerinde yapılması ve denenmesinin sebebi nedir? Haçlı zihniyetini, “Hilal-Haç” mücadelesini ve “Hak ile Haç” savaşını kimse inkar edemez.
Bin yıldır süren bu Haçlı zihniyeti değişmedi. Her asrın zihniyetine bürünerek kesintisiz devam etti. Acı çekiyorum, içim yanıyor, yüreğim kanıyor. Sadece “insan” olmaktan başka bir kusuru olmayan, işkenceye maruz kalan, hiçbir suçu ve günahı yokken başına düşen bir katil bombayla evladını kaybeden bir ana’nın acısını bilen birisi olarak uykularım kaçıyor,uyuyamıyorum. Buna rağmen, gördüğüm, gözlediğim, şahit olduğum bu ana’nın trajedi ve dramına rağmen; Ehamdullilah Müslümanım demekten de iftihar ediyor ve asla zillet içinde olmayı kendime yediremiyorum. Bütün bunlara rağmen Dünya’da Müslüman nüfus artışı görülmektedir. Bu artış sürerken nüfusu azalan ve adeta kısırlaşan gayrı Müslim ve emperyalistlerin ellerindeki tüm imkanları kullanarak İslam olanları terörist ilan etmeye çalıştıklarını görüp, bilmeyecek kadar cahil değilim. İŞİD’i kendileri kurarlar sonra da bu terör örgütüne İslami’lik katarak yapılan her terörize eylemi İslamla özdeştirmeye çalışırlar. Daha hayatın başında bir gencim ama bu oyunları ve İslamla terörü bağdaştırma çalışmalarını görmeyecek kadar körelmedim.
Dünya konjonktörü bu şekilde cereyan ederken Türkiye Türk ve İslam dünyasına örneklik teşkil etmeye başladı.İslamla terörün yan yana gelmeyeceğini, İslami inanışta “ferdi öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” felsefesini dile getirerek Müslümanlık adına terörün olmayacağını söyleyen ve gerçek İslamı savunarak Coğrafya’ya örnek liderlik yapan bir lider çıktı. Bu lider dinin savunucusu, mazlum milletlerin hak arayıcısı ve Ümmetin umudu Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan Afrika, Türki Cumhiriyetler ve başka pek çok coğrafyada ve hatta Rusya ve Çin gibi ülkelerde yaptığı pozitif çalışmalarla Müslümanlığın temel esaslarını sevdiren “öncü bir lider” oldu.
Hatta “dünya beşten büyüktür” diyerek Birleşmiş milletlerin yapısını eleştirirken de Müslim veya Gayrı Müslim tüm ezilen milletlerin düşüncelerine tercümanlık etti. Bu da Erdoğan’ı ve dolayısıyla ülkemizi İslam ülkeleri ve diğer ezilen millet ve ülkeler nezdinde öncü ve lider yaptı. Ama artık en dikkatli olmamız gereken noktadayız. Çünkü “yılanın kuyruğuna bastık” Geri kalmış ülkeleri ve özellikle de Müslümanları kendi silah ve ilaç teknolojisi için doğal bir test laboratuarı ve denek olarak gören kapitalist ülke ve küresel firmalar için bu yapılanlar çok kötü bir eylem olarak algılandı. Asla gafil avlanmamalıyız, Zafer sarhoşluğu gibi bir psikolojiye asla düşmemeliyiz. Aksi takdirde acı, dram ve gözyaşı bizim için kader olur. Tüm güçleriyle bizi yok ederler. Çünkü henüz ve hala ciddi anlamda “hiç bir şeyiz” ve daha emekleme dönemindeyiz. Son yıllarda yaşadığımız olayları düşünüyorum. Yaşananlar çerçevesinde baktığımda Müslüman- mazlum milletler ve ülkelere örnek ve lider ülke konumuna geldiğimizden beri ülkemizde bu ülkede terör saldırıları, ihanetler ve can kayıpları içeren olaylar bitmemektedir.
Bu çerçevede FETÖ’nün de eylemlerini, terörünü değerlendirdiğimde bu T.C. kimlikli hainlerin ihanetini de az önce bahsettiğim “örnek ve lider” ülke olmak durumunun risklerinden ayırmıyorum ve şaşırmıyorum. Aslında mesela Tayyip Erdoğan meselesi değil mesele; Erdoğan ve Türkiye’nin mazlum milletlerin ve İslam Ümmetinin uyandırılması ve kendine getirilmesi konusundaki “diriliş liderliği” olduğunu düşünüyorum. Peki önümüzdeki zorlu süreçte nereye kadar neler yapmalıyız. Nasıl çabalar göstermeli ve neleri yapmamalıyız? ister inanın ister inanmayın; 6 yaşımdan beri dile getiriyorum ve diyorum ki; Eğitim Sistemi, eğitim Sistemi, Eğitim Sistemi….
Rahmetli Mehmet Akif de taaa o yıllarda İslam ve Müslümanların geri kalmışlıktan kurtulması için kendisine sorulduğunda söylediği tek şey; “Maarif, maarif,maarif(eğitim)” olmuştur. Hemen ve acilen okullarda devrim yapmalı ve eğitim sisteminde köklü değişikliklerle “milli ve yerli “ dönüşümü sağlamalıyız. Okul hayatım boyunca ve daha sonra, hiçbir zaman denk gelmedim ki; herhangi bir öğretmenin, “çocuklar bugün en yaratıcı fikri kim bulacak” diye sorduğunu… Veya “bugün değişik, sıra dışı ve ezbercilikten uzak, zeka ürünü bir soruyu kim soracak” diye bir öğrenciyi yönlendirdiğini görmedim, duymadım. Okullarımızdaki okutulan dersleri, içerikleri kısaca“müfredat” denen okunan konuları ne olduğunu, ne kadar doğru olduğunu, ne kadar milli olduğunu, ne kadar faydalı veya bize mi yoksa başkalarının menfaatlerine mi imkan sağladığını kim biliyor, kim belirliyor? Derslerimizdeki konuları kimler seçiyor ? Konu dışında soru sorduğumda ceza aldığım bir eğitim sistemini bu ülkeye kim soktu ? “Eğer ki okumazsan aç kalırsın, gider amelelik yaparsın” diye eğitimi sadece maddi sebeplerle bir geçim sağlamak şeklinde zihinlerimize kazıyan bu zihniyetin kime hizmet ediyor? Kendimi bildim bileli duymuş olduğum bu iğrenç, acımasız ve materyalist kapitalizm akımını bu ülkeye kim soktu?
Çok çalışmalıyız çokkkk…. Gece gündüz, durmadan dinlenmeden çalışmalıyız. Özellikle Türklerin ve Müslümanların beyinlerini resetleyerek, sil baştan, yeni bir inançla, azimle, gayretle ve gerçek anlamda ve çok güçlü bir şekilde insanlığın kaderini değiştirecek adımları atmak için çok çalışmalıyız. Bunu dinimiz de emretmektedir. Peygamberimiz buyurur ki; “hiç ölmeyecek gibi dünyaya ve hemen ölecek gibi ahrete çalışın” ve “ilim Çin’de de olsa gidip alın” İslam da çalışın der, Allah da çalışın der, Peygamber de çalışın der. Tıpkı Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’nda dediği gibi; “Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın” inancıyla, cesareti ve gayretiyle çalışmalıyız, çalışmalıyız ve yine çalışmalıyız. Güçlü olmak zorundayız ve güçlü olmalıyız doğru ve dosdoğru olmalıyız…
Silkinmeli, doğrulmalı ve dimdik ayağa kalkmalıyız. Her şeyden önce bulunduğumuz durum ve konumun bir enkaz olduğunun farkında olmalı ve bu durum için bize biçilen konuma başkaldırmalıyız. Böylelikle de; bir Türk ve müslüman ferdi ve genci olarak perişan halimizden sıyrılarak küresel kapitalist güçlere karşı yaptırım ve etkinliğimizi artırmalıyız, büyümeliyiz geliştirmeliyiz. Hatta ve adeta “yoktan var etmeliyiz”, Allahın izniyle. Hani Akif bir başka şiirinde diyor ya; “Alemde ışık yoksa halk etmelisin halk!”(yaratmak, var etmek) Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, Kalk..! İçim çok dolu söylediklerim söyleyeceklerimin yanında denizde bir damla henüz… İnanın dilimizdeki kelimelerle ifadede zorlanıyorum bazen. İsyanım büyük, bazen haykırmak istiyorum aleme…
Zalimlere, sömürgecilere, içimizdeki hainlere kızgınlığım yumak yumak büyüyor… Aklımdan, kalbimden özellikle de ruhumdan dökülen bu cümleleri sizinle paylaşmak istedim ve akranlarım olanlara sadece “görünen olayların aslında ne ve nasıl olduğunu” anlatmak istedim. Bir olayla karşılaşınca hemen önyargılarla algı oluşturanların istediği gibi değil de, işin arka planını görecek şekilde “aslında ne oldu, işin aslı nedir” sorusunu sordurarak önyargıyla hareket edilmemesini önermek istedim. Hakkınızı Helal edin… Çok değerli büyüğüm Cengiz Aygün beyefendiye de okur köşesinde yer verdiği için teşekkür ederim.
Erçağ Çalışkan