FETÖ mücadelesine ve FETÖ’cüklere dair..

Sinsi ve riyakarca, takiyye ve alçaklıkla 30 yıldır palazlanmış bir ‘Radikal Dinci Terör Örgütünü’ 30 ayda ortadan kaldırmak, takdir edilmelidir ki; mümkün değildir.
Burada “dinci” derken, dine bağlılık ve dindarlığı tamamen ayrı tuttuğumu ve İslam dininin mesaj ve içerik olarak teröre asla yer vermediğini hassaten belirtmek isterim.
Böylesi bir örgütle mücadele zordur, çetindir ve zaman alır.
Sabır gerektirir.
Bazen hata bile yaptırır.
Kimi zaman suçlu/suçsuz ayırımı zorlaşır, birbirine karışır.
Bazen, art niyetliler için bulunmaz bir ortam oluşur.
Vicdan, izan ve insaf yoksunu olanların hasım ve rakip gördüklerini ekarte etmek için içine atılacak bir torbaya dönüşür.
Çünkü karşımızdaki, PKK, YPG, DAEŞ, EL-KAİDE vb. gibi bir örgüt değildir.
Daha beter ve daha tehlikelidir.
Masum yüzlü münafıklardır.
Mazlum kisveli zalimlerdir.
Sözüm ona; karıncayı bile incitmeyen, çakı bile taşımayan temiz yüzlü ama gözünü kırpmadan katliam yapabilen şizofrenik çocuklardır.
Böylesi bir örgütle verilen mücadeleye dair (haklı/haksız olabilir) eleştiriler işitiyorum.
Yakınmalar duyuyorum.
Filanın alakası yoktu ihraç edildi veya tutuklandı,
Falan FETÖ’nün ta dibinde birisi idi, ama hiçbir şey olmadı ve/veya hala siyasi noktalarda görevde diye söz ve söylemler dolanıp duruyor.
Bir de üstüne üstlük; FETÖ denen bu korkunç örgütün manipülasyon ve ters psikoloji içeren algı operasyonları da tedavülde olunca; hadi çık işin içinden çıkabilirsen…
Ama, dar bir kadroyla da olsa bu mücadele devam ediyor.
Erdoğan, gevşemeye asla müsaade etmiyor ve etmeyecek.
Bu tehlike, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş boyutta korkunç bir beka sorunu içeriyor.
Daha, çok yıllarımızı işgal edecek travmatik sonuçları da getirebilir boyut ve nitelikte.
Hatalara, eksiklere, yanlışlara ve hatta tuzaklara rağmen mücadele süreci devam ediyor ve edecek.
Millet olarak biraz sabırsız ve biraz da unutkanız.
Belki de, en büyük arazımız bu.
İlk cümlede söyledim; 30 yıllık bir örgütü 30 ayda bitirelim istiyoruz.
Neden bitmedi hala diyoruz.
Ve hatta, bu örgütün korkunç boyutunu unutmaya bile başlıyoruz.
Rehavete bile girmeye başladık.
Yetkili olup da sorumluluk içinde hareket etmesi gerekenlerin sorumsuzlaşmasına şahit oluyoruz.
Mücadele görevi ve konumundakilerin zaman zaman zaafa düştüklerini müşahede ediyoruz.
“Yahu binlerce insan ihraç edildi, tutuklandı, gözaltına alındı” vb. gibi söylemlerle olayı kantitatif birkaç eylemle sonlandırmaya yeltenenlerin hamlelerini izliyoruz.
Ama bu mücadele devem ediyor ve tavizsiz şekilde devam etmelidir.
Taviz vermezken de, koz verilmeden devam edilmelidir.
Devletin bu haklı mücadelesi sürerken, oluşturulan mağduriyetlerle ve mağduriyeti mahkemelerce belgelenenlerin hak iadelerindeki aksamalarla devletin adalet, izzet ve azamet boyutuna asla halel getirilmeden sürdürülmelidir.
Aksi takdirde, haklıyken, haksız konuma düşme tehlikesi başgösterebilir.
FETÖ mücadelesi sürerken yeni FETÖ’cüklere fırsat verilmemelidir.
Geldiğimiz noktada; cemaat, cemiyet, tarikat gibi, dini referanslı grupların kamu uhdesinde çoğunluklaşması ve kümelenmesine fırsat verilmemelidir.
Siyasi saiklerle veya her ne sebeple olursa olsun; devlet herkesten korunmalı ve herkesin olabilmelidir.
Dini vakıf ve cemaat, tarikat nitelikli STK’ların varlıkları kamusal denetim altında tutulmalı ve “hesap verebilirlik” esasına riayetleri istenmelidir.
Halkımızın dini hassasiyetlerini sömürülmesine ve yeni FETÖ’leşmelere asla fırsat ve meydan verilmemelidir.
Kamusal tercih ve görevlendirmelerde bireyin dinilik/dindarlık/namazlı abdestli olma veya olmama boyutu referans olmamalıdır.
Filanca tarikat falan bakanlıkta güçlüdür, bilmem şu cemaat emniyette etkindir, bu dernek veya vakıf filanca kurumda belirleyicidir gibi söz ve söylemlerin dillendirilmesi bile devletin kudret ve gücüne halel getirir/getirmektedir.
Bazı tarikatların mal varlıkları dillerde dolaşıyor.
Binlerce dönüm araziler, arsalar, binalar; menkul ve gayrımenkul zenginlikler.
Dini ve manevi bir olgu mu, yoksa bir holding mi belli değil.
Ve ne acıdır ki; edinilen servetin kaynağı devlet odaklı kazançlar ve kamusal beslenmeler.
Yahu, FETÖ herşeyimizi sömürdü, kanımızı iliğimizi emdi, inancımızı pazara çıkarttı, aklımızı kalbimizi ve cebimizi teslim aldı.
Gözümüz kör, aklımız yok mu Allahaşkına.
Ders almalıyız ders.
Aklımızı başımıza almalıyız.
Zarar sadece maddi değil; inancımızadır, imanımızadır, dinimizedir, birliğimizedir, devletimize ve vatanımızadır.
Sonuç olarak; niteliği, misyonu, kuruluş amacı ne olursa olsun, herşey ve herkes denetimsiz bırakılmamalıdır ve bu denetime tabi tutulmalıdır.
(Bu yazdıklarım nedeniyle kendini bir cemaat veya tarikata mensubiyet hissedenlerden eleştiri alabilirim. Ama çok üzgünüm ki; bu din ve vatan meselesidir. Kimse kızmasın yazdım ve yazmaya devam edeceğim)
Yine fırsatım oldu, Erdoğan’ın sözlerine ve gözlerine baktım.
Ümitsizliğim azaldı, yeniden dinamize oldum ve yeşermeye başladı yeniden umutlarım.
Çünkü herşeyin farkında.
Hemen her konuda, herşeyi ve herkesi gözlüyor, bakıyor ve izliyor.
Adeta yumruğunu cebine koymuş bekliyor.
Herşeyin bir zamanı var dercesine.
Ve, “denizler dalgalanır ve durulur sonunda” diyor.
Sanki, “zamanlama çok önemlidir” diyor.
Bekleyin, izleyin ve görün yapacaklarımı diyor; sözleri ve gözleriyle.
Erdoğan bizler gibi bakamıyor ve zaten bakmamalıdır da.
Bir yazımda demiştim; “devlet yönetmek zor zanaat” diye.
Gerçekten istemezdim, Erdoğan’ın yerinde olmayı.
Düşün ki; elini sıktığın kişi kuyunu kazıyor.
Konuşmak zorunda olduğun birisi, başkasının değirmenine su taşıyor.
Yüzüne gülen birisi arkandan iş çeviriyor.
Etraf riya, rehavet ve ihanet kokuyor.
Sahte tebessümlerin arkasında FETÖ bağlantıları çıkıyor.
Ve sen, yutkunmak, beklemek ve dişini sıkmak zorunda kalıyorsun.
Kendinizi Erdoğan’ın yerine koyun ve…